• On 13 Mart 2015

12 Mart Darbesi Sonrası ve Ara Rejim

Önceki yazımda (12 Mart Darbesi, http://webunya.com/12-mart-darbesi) 12 Mart 1971 Darbesine gelinceye kadarki iç gelişmelerden (9 Mart olayı dışındaki) bahsetmiş ve darbenin muhtırası olan metne değinmiştim. Bu yazımda darbe sonrası tepkiler ve yaklaşık iki buçuk yıllık ara rejimden söz edeceğim.

Muhtıra, hükûmete tebliğ edildiği gibi Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi’ne de tebliğ edilmeye çalışılmıştı[1]. Ne var ki, 27 Mayıs darbesi sırasında Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevini yerine getiren 12 Mart darbesi sırasında ise Senato Başkanı olan Tekin Arıburun muhtırayı sert bir şekilde geri çevirdiği gibi, muhtırada tutum, görüş ve icraatı ile Parlamentonun, yurt içinde anarşiye ve kardeş kavgasına sebebiyet vermiş olduğu ve kamu ümidini yitirmiş olduğu ithamları yer aldığını, Cumhuriyet Senatosu’nun tutum ve icraatının Anayasa’ya uygun olarak devam ettirildiği, Senato’nun bu ithamlarla hiçbir ilgisinin olmadığını belirtmiştir. Bunun üzerine özellikle CHP sıralarından Arıburun’a şiddetli bir şekilde tepki gösterilmiş; söylenenlerin Başkan’ı bağladığı, bu görüşlerin Senatoyu bağlamadığı ve Başkan’ın derhal istifa etmesi gerektiği dile getirilmiştir[2]. Ancak CHP içinde güçlü bir muhalif ses olan ve aynı zamanda anılan partinin Genel Sekreterliği görevini yerine getiren Bülent Ecevit, muhtıraya karşı tepkisini görevinden istifa ederek göstermiş ve aslında, muhtıranın kendisinin temsil ettiği ortanın solu hareketine karşı yapıldığını söylemiştir.

 

Dönemin etkili siyasi oyuncularından Demirel ise, (muhtıra verildiğinde Başbakanlık görevini yürütüyordu) darbeden çok sonraları: “Şimdi “Darbecilerden niye hesap sormadınız?” diyorsunuz. Neyle soracaktım hesabı? Kiminle? Hangi Cumhurbaşkanıyla, hangi Parlamentoyla? Hangi mahkemeyle, neyle soracaktım? Siyaset imkân sanatıdır, her şeyi yapamazsınız ama ben dayandım. Bakınız, ben darbecilere “Aferin” mi dedim? Ama ben yine geldim. Yani 71 muhtırasını yiyen benim ama 75’te ben yine hükümetim. Hem nasıl hükümetim? Zorlayarak değil, zorlanarak. 79’da ben yine hükümetim. Niye? Zorlanarak hem. Peki, darbeciler… Nihayet darbeciler bizden kurtuldular, on sene yasak getirdiler. On senenin yedi senesini çektik. Yedi sene evimizde oturduk. Bu demokrasi denen şey kolay olmuyor yani. Gelene gidene nasihat ettik, dedik ki “Bakın, bazı yanlış işler olur, devlete küsmeyin, halkımıza küsmeyin, milletimize küsmeyin, ülkemize küsmeyin. Yanlış işler olur kardeşim.” Ben burada oturuyorum. Hem öyle bir yaşta oturuyorum ki çok hizmete müsait bir yaş, yani elli beş, elli altı yaşındayım, oturuyorum burada. Onun için, biraz sabırlı olun, sabırlı oldum.” sözleriyle darbe sonrası durumunu ifade etmeye çalışmıştır.

Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın, muhtıradan hemen sonra hükûmetin istifası sonrasındaki tavrı, muhtırayı onaylar mahiyettedir. Sunay’a göre muhtıra, Devletin derin ve sonu karanlık bir çıkmaza girmesini önleyen; tehlikeli bir dönemeci geride bırakan yeni bir devreyi açan harekettir. Silahlı Kuvvetlerin bu girişimi, anayasa ve 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’yla kendisine verilen görev ve yetkinin kullanılmasından ibarettir ve meşrudur. Bu aşamada artık tüm vatandaşlar, sorumlu kuruluşlar arasında inanç, tutum, davranış ayrılığına bundan böyle hoşgörü gösterilemeyecek ve izin verilemeyecek bir sürece girilmiştir. Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, laik niteliğine zarar verici bütün faaliyetlere karşı önlemler içeren kanunların uygulanmayışı, son bulacaktır. Esasında silahlı kuvvetlerin son müdahalesinin amacı da budur.

Sunay daha sonra, kurulacak yeni hükûmetin doğasına ilişkin esasları belirleyecektir. Buna göre; yeni başbakan TBMM içinden ancak partisiz bir üye olacaktır; bakanlar kurulu, milli koalisyon şeklinde oluşacak. Atanacak başbakan, milli koalisyonun oluşmasında, 1961 Anayasası’nın 102’nci maddesine göre, hükûmetin kurulmasında tamamen serbest bırakılmalıdır. Kurulacak hükûmet partiler üstü bir anlayışla karşılanmalı ve güvenoyu ile desteklenmeli; desteklenmesi çeşitli kayıt ve şartlara bağlanmamalıdır.

 

Uzun arayışlar sonucu Başbakanlığa CHP’li Nihat ERİM uygun görülecektir (Tabi ki başbakan olmadan önce CHP’den istifası ihmal edilmemiştir.) Böylelikle muhtıradan sonra ARA REJİM’de Teknokratlar Hükûmeti (I. Erim Hükûmeti) Nihat Erim başbakanlığında kurulmuştur. Erim’in ilk hükûmetini kurma çabalarının arkasında, askerlerin desteği kimi zaman örtülü, kimi zaman açık bir tehdide dönüşerek sürdü. Demirel, sağladığı desteği TBMM’nin açık kalmasını sağlamak olarak açıklarken; İnönü “memleketi boşlukta bırakmağa niyetimiz yok” diyerek hükûmete hem güvenoyu hem de bakan vermiştir. Birinci Erim hükümetinin en belirgin özellikleri ise: zoraki bir koalisyon olma ve partiler üstülüktür. Bakanlar kurulunda önemli sayıda TBMM dışından üye bulunuyordu. I. Erim hükûmetinden sonra II. Erim Hükûmeti kurulmuş; II. Erim Hükûmetini Melen Hükûmeti izlemiş ve en son Naim Talu Hükûmeti kurulmuştur. Bu 4 hükûmetin ortak yanı ara rejim ya da ara dönem-darbe dönemi hükûmetleri olması ve askerlerin açık ya da örtülü desteğini sağlamış olmalarıdır.

Diğer taraftan 12 Mart Muhtırası’nın önemli nedenlerinden biri olarak görülen kamu düzeninin bozulması olgusu, kamu güvenliğinin sağlanabilmesi yönünden sıkıyönetimin ilanını gerekli kılmıştır. Nitekim Erim Hükûmeti’nin kurulmasının ardından 11 ilde (İstanbul, Kocaeli, Sakarya, İzmir, Zonguldak, Eskişehir, Ankara, Adana, Hatay, Diyarbakır, Siirt) sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bir ay için ilan edilen sıkıyönetim, çıkan bazı olaylar ve yakalanan bazı silahlı kişiler nedeniyle iki ay daha uzatılmıştır. Sıkıyönetim daha sonra 11 ilde ikişer aylık sürelerle 26 Ocak 1973 tarihine kadar uzatılmıştır. 26 Ocak 1973’te Sakarya ve Zonguldak’ta sıkıyönetim kaldırılırken, diğer illerde yine uzatılmıştır. 27 Mart 1973’te İzmir ve Eskişehir’de, 27 Mayıs1973’te Adana, Hatay ve Kocaeli’de, 27 Temmuz 1973’te Siirt’te, 27 Ağustos 1973’te Diyarbakır’da, 27 Eylül 1973’te de İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim kaldırılmıştır.[3]

Ara rejim hükûmetleri bir taraftan sıkıyönetim usulleri ile kamu düzenini sağlamaya çalışırken bir taraftan da 1961 Anayasası’nı değiştirmeye girişmişti. Çünkü on yıllık uygulama dönemi boyunca 1961 Anayasası’na birçok eleştiri yöneltilmişti. Bu eleştiriler şöyle özetlenebilir:

  1. a) Anayasa’nın özgürlükler düzeni, ileri Batı toplumlarının uyguladıkları kurallar kopya edilerek yaratılmıştır. Türk toplumu henüz o özgürlükleri “hazmedebilecek” düzeyde değildir.
  2. b) Batı toplumları bile özgürlüklerin kötüye kullanılmaması için gerekli sınırlamaları benimsedikleri halde, 1961 Anayasası bu bakımdan eksiktir. Özgürlükleri kötüye kullananlar Anayasa’nın getirdiği düzeni bile yıkacak serbestliğe erişebilmektedirler.
  3. c) Yasaların yapılmasında benimsenen mekanizma çok yavaş işlemektedir. Çağdaş devletin yürütme organında sorumluluk yüklenenlerin daha çabuk ve daha etkin iş görme olanaklarına sahip olmaları gerekir.
  4. d) Yasama ve yürütme üzerinde Anayasa Mahkemesi ve Danıştay yoluyla kurulmuş olan denetim mekanizması, iktidarları iş göremez duruma getirmiştir.
  5. e) Özerk kuruluşlar “devlet içinde devlet” niteliği kazanmışlar ve “devletin temeline dinamit koyacak” görüşlerin oluştuğu yerler haline gelmişlerdir.[4]

Bu eleştirileri karşılamak üzere 1961 Anayasası’nda 1971-1973 yıllarında köklü değişiklikler yapılmıştır. (30.6.1971 tarih ve 1421 sayılı Kanun’la Anayasa md. 56 ve 82 değiştirilmiş (R.G., 2.7.1971-13383); 20.9.1971 tarih ve 1488 sayılı Kanun’la Anayasa md. 11, 15, 19, 22, 26, 29, 30, 32, 38, 46, 61, 64, 89, 110, 111, 114, 119, 120, 121, 124, 127, 134, 137, 138, 140, 143, 144, 145, 147, 149, 151, ve 152 değiştirilmiştir. Anayasaya Geçici md. 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20 eklenmiştir (R.G., 22.9.1971-13964); 15.3.1973 tarih ve 1699 sayılı Kanun’la Anayasa md. 30/4 ve 57/2 ile 3 değiştirilmiştir. Md. 136/2, 3, 4, 5, 6 ve 7 eklenmiştir. Md. 138/4 ve md. 148/2 değiştirilmiştir. Anayasaya Geçici md. 21 ve 22 eklenmiştir (R.G., 20.3.1973-14482). Bu değişiklikler ve ara dönemdeki diğer mevzuat değişiklikleri şöyle özetlenebilir:

  • Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmuştur. (DGM’ler 2004 yılında kaldırılıncaya kadar iç kamuoyunda çok tartışılmış; bu mahkemelerin verdiği kararlardan dolayı Türkiye, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nde mahkûm olmuştur),
  • Askeri yargının yetkileri sivil yargının aleyhine genişlemiş,
  • Asker kişilerle ilgili idari işlemlerin yargısal denetimi Danıştay’dan alınarak yeni kurulan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne verilmiştir,
  • Sivillerin askeri mahkemelerde yargılanması kolaylaşmıştır,
  • MGK’nın konumu güçlendirilmiştir,
  • Sıkıyönetime geçişler kolaylaştırılmıştır (Temel hak ve özgürlükler bakımından geriye gidiştir),
  • Anayasa Mahkemesi’nin faaliyet alanı daraltılmış, Anayasa Mahkemesi kararlarını etkisiz kılmaya yönelik faaliyetlere girişilmiştir,
  • Anayasa Mahkemesi’ne iptal davası açabileceklerin sayısı azaltılmış,
  • Bakanlar Kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi verilmiş,
  • Bakanlar kurulu vergi, resim ve harçların muafiyet ve istisnaları ile nispet ve hadlerine ilişkin hükümlerde değişiklik yapmaya yetkili kılınmıştır,
  • Yasama organının gensoru yetkisi sınırlandırılmıştır,
  • TRT’nin özerkliği kaldırılmış,
  • Üniversitelerin özerkliği zayıflatılmıştır,
  • Temel hak ve özgürlükler için genel sınırlandırma sistemi getirilerek temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması kolaylaştırılmıştır,
  • Doğal hâkim ilkesi terkedilerek kanuni hâkim ilkesine geçilmiştir,
  • Devlet memurlarının sendika kurma hakları kaldırılmıştır,
  • Üniversite öğretim elemanlarını siyasi partilere üye olabilmeleri zorlaştırılmıştır,
  • Küçük partiler devlet yardımından mahrum bırakılmıştır,
  • Küçük partilerin Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağı kaldırılmıştır.

Sonuç olarak bu anayasa değişiklikleri 1961 Anayasası’nda başta bulunduğu iddia edilen liberal-özgürlükçü ruhun ortadan kaldırılması ve tekrar otoriter-özgürlüksüz uygulamalara geri dönüşün birer ifadesi olarak tarihteki yerini almıştır.

Son olarak 1973 yılının sonlarında yapılan genel seçimler yaklaşık iki buçuk yıllık ara dönemden sonra normalleşmenin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Ara rejimden çıkışın simgesi olan 14 Ekim 1973 Seçimleri sonucunda CHP birinci parti olarak 185, AP: 149, MSP: 48, DP: 45, CGP:13, MHP:3, TBP:1 ve Bağımsızlar: 6 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmiştir. Barajsız d’Hont Sisteminin uygulandığı 1973 seçimleri sonucunda hiçbir parti hükûmet kurabilecek yeterli çoğunluğu sağlayamamıştır. CHP geçerli oyların % 33,3’ünü alarak en güçlü parti konumuna gelmiştir. Böylece CHP’nin 1960’lardan beri devam eden oy kaybı bu seçimlerle birlikte son bulmuştur. CHP’den sonra en büyük sürprizi MSP göstermiştir. DP’yi geride bırakan MSP üçüncü sırada yer almış ve seçim sonrası hükûmet kurma arayışlarında önemli bir parti haline gelmiştir.

1973 seçimleri sonrası Türkiye’de 100 gün boyunca hükümet kurulamamıştır. Bu durum önce Ecevit, sonra Demirel, daha sonra Naim Talu ve yeniden Ecevit’e verilen hükümeti kurma yetkisi 24 Ocak 1974’de CHP-MSP arasında yapılan görüşmeler sonucu varılan anlaşmasıyla son bulmuştur. Ne var ki ne anılan koalisyon ne de sonraki siyasi gelişmeler 12 Eylül 1980 darbesinin yapılmasını engellemeyecektir. Anılan tarihte bir kısım asker bürokrasisi yönetime bir kez daha el koyacaktır.

[1]     27 Mayıs Darbecilerinin yaptırdığı 1961 Anayasası’na göre TBMM, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olmak üzere 2 meclisten oluşuyordu.

[2]     Bkz.: Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt. 64, Birleşim. 51, 13.3.1971, s. 373-375.

[3]     Zafer Üskül, Siyaset ve Asker, Ankara, 1997, s. 196.

[4]     Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 4. Bası, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1979, s. 77.

12 Mart Darbesi Sonrası ve Ara Rejim

%d blogcu bunu beğendi: