• On 29 Mayıs 2015

27/05/1960 Askeri Müdahalesi II: Müdahalenin İlk Günleri ve Basın

Göka’ya göre, “Darbeciler, kendisine, ideolojisine tapınan, dar kafalı, demokrasi ve toplum düşmanı ideolojik fanatiklerdir. Bu zihniyetteki kimseler, darbeye çanak tutmak için her türlü provokasyona başvurabilirler. Toplumu kendini yönetmekten aciz bir sürü olarak görür; demokratik yollardan seçilmiş halkın temsilcilerini ise, çıkarları uğruna her şeye yeltenecek koltuk sevdalısı diktatör olarak gösterirler. Mütedeyyin bir liderin kendi siyasi programı doğrultusunda, hukuk içinde çaba göstermesini diktatörlük diye sunmak için İslamofobik ortamda yayılan korku ve endişeden sonuna kadar yararlanırlar. Onlar her türlü fitne, fesat, tezvirat peşinde koşarken biz de boş durmamalıyız. Ülkemizdeki demokrasi mücadelesini, serbest ve adil seçim ortamını bıkmadan anlatmalı, dünyayı ve toplumumuzu, şiddetten ve kumpastan beslenen bu fanatiklere karşı uyarmalı, demokrasi bilincini yükseltmeliyiz. Batılı aymazlığa karşı alttan alma, ezik olma önerisi değil bu. Darbecinin Batılısına da Batıcısına da hak ettiği cevap verilmelidir.[1]

Göka’nın bu tespitlerine katılmamak mümkün değildir. Eğer Göka’nın tavsiyelerine uygun olarak demokrasi bilincinin aşılanması cumhuriyet rejiminin ilk yıllarından itibaren gerçekleştirilebilseydi, sonraki yıllarda askeri müdahale eğilimlerinin dışa vurumu mümkün olmazdı.

Her neyse biz 27/05/1960 Askeri Müdahalesi’nde kaldığımız yerden devam edelim. 27/05/1960 Askeri Müdahalesi öncesi teknoloji günümüzdeki kadar gelişmiş değildi. Bundan dolayı Askeri Müdahale taraftarları eski usullerle çalışmak zorunda kalmışlardır.

“Genelkurmay Başkanı, Başbakan’a orduyu elinde tuttuğunu söylediği sıralarda (Darbeci) Birleşik Komite 23 Mayıs’ta bir toplantı yaparak 25-26 Mayıs gecesi müdahalenin yapılmasını kararlaştırmıştır. Toplantıda Cemal Madanoğlu müdahalenin hiyerarşik düzen içinde yapılmasını teklif etmiş fakat kabul görmemiştir. Toplantıda 1. ve 2. Ordu’dan müdahaleye itiraz gelmeyeceği fakat Ragıp Gümüşpala’nın komutasındaki 3. Ordu’dan itiraz geleceği tahmini üstünde durulmuş, ancak Cemal Madanoğlu’nun Ragıp Gümüşpala’yı müdahale sonrasında kendi taraflarına çekeceği düşünülerek İstanbul ve Ankara içinde birlik tasnifine geçilmiştir.

Menderes, ihtilal söylentileri karsısında kendi konumunu güçlendirmek için halka dönmüş, güçlü olduğu Ege Bölgesi’nde mitingler düzenlemiştir. Hükümet İstanbul ve Ankara’da sıkıyönetim ilan etmiştir. Menderes, Ankara’ya döndüğünde Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi hükümetin itibarına ağır darbe vurmuştur. Harp Okulu öğrencilerinin gösterisi üzerine hükümetin bir soruşturma başlatarak darbe planlarını ortaya çıkartacağından korkan cunta erken davranarak 27 Mayıs 1960’da darbeyi yapmıştır.

Ankara içindeki bazı birlik komutanlarının harekete geçmek için bir generalin emrini talep etmeleri ve Menderes’in Eskişehir’e gitmesi nedeniyle müdahale 27 Mayıs’a ertelenmiştir. Fakat Eskişehir’de komite ile bağlantısı olan herhangi bir kişinin olmaması nedeniyle Menderes’in ele geçirilme planı sorun olmuştur. Havacılar arasına sızmakta zorlanan komite, son noktanın konulacağı Eskişehir’e İstanbul’dan Agasi Şen’i yollama kararı almıştır. 26 Mayıs’ı 27 Mayıs’a bağlayan gece saat 3:00’te İstanbul’da başlayan darbe, bir saat içinde önemli ve kilit mevkilerin ele geçirilmesi ile tamamlanmış ve Ankara’dan gelecek olan radyo yayınına odaklanmıştır. Fakat İstanbul ve Ankara ekipleri arasındaki saat anlaşmazlığı nedeniyle İstanbul ekibi operasyonu Ankara’dan iki buçuk saat önce tamamlamıştır.

Ankara’da yapılmayan radyo yayını nedeniyle Orhan Erkanlı’nın darbeyi İstanbul’dan duyurma önerisi makul bulunmuş ve saat 4:36’da Binbaşı Kenan Ersoy’un sesinden darbe duyurulmuştur. Sabah saat 7:50’de, Menderes Kütahya’da Silahlı Kuvvetler tarafından tutuklanmış, hareketin sembolik lideri Cemal Gürsel ise İzmir’den kalkan bir uçakla Ankara’ya uçmuştur.

Darbeden bir gün sonra düzenlediği bir basın toplantısında Cemal Gürsel, “idareye el koymanın amacı, Türkiye’de demokrasinin tekrar ortaya çıkarılmasıdır” demiştir. Yeni seçim kanununun hazırlanmasından sonra yönetim, halkın serbest seçimine bırakılacaktır. Gürsel, DP de dahil olmak üzere, bütün partilerin genel seçimlere katılmaları için izin verileceğine söz vermiştir. Celal Bayar’ın “Bence, 27 Mayıs, bir fiili durumdur. Bence, askeri ihtilali Osmanlı’dan kalma geleneksel yönetimimizdeki ordu-medrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı direnişi, müdahalesidir” tespiti ile Milli Birlik Komitesi’nden Orhan Erkanlı’nın 27 Mayıs’ın gerekçesi olarak I. Dünya Savaşı’ndan beri TSK’nin savaşa girmemesi sonucu, yapacak işlerinin olmadığını ve sıkıldıklarını belirtmesi, Türk ordusunun profesyonelleşme düzeyi hakkında derin kaygılar uyandırmıştır. Cumhuriyet, Tercüman ve Hürriyet gazetelerinin “Kahraman Türk Ordusu idareyi ele aldı”, “Büyük Türk Ordusuna ithaf desteğimiz”, “…doğruya özlemlerimizi fiili halde gerçekleştirme şerefi kendine düşen ordu…”, “Türk Ordusu vazife başında” haberleriyle 27 Mayıs’ı kucaklamaları, Abdi İpekçi, Çetin Altan, Refi Cefat Ulunay’ın sevinçten ağlayarak darbeyi öven yazıları, 27 Mayıs’la birlikte Türk toplumunda belirli kesimlerin ilk tepkileri olarak göze çarpmaktadır.

27 Mayıs darbesinin hemen ardından yapılan ilk icraatlardan biri 28 Mayıs 1960 günü saat 3:00’ten itibaren, Milli Birlik Komitesi’nin 22 Numaralı Tebliğiyle basın suçlarından dolayı gözaltında, tutuklu veya mahkûm olan herkesin tahliyesi olmuştur. Devr-i Sabık yaratmayacağını vaat ederek iktidara gelen DP’nin akıbeti, adeta bir devr-i sabık konumundadır. Gözaltılar esnasında DP’lilerin başlarına getirilenler hakkında doğru dürüst bir habere rastlanmamaktadır. Hiçbir kaçma teşebbüsü olmamasına rağmen kimi DP’lilerin hudut boylarında; kimilerinin ise yükte hafif pahada ağır neleri varsa toplayarak, temin ettikleri bir vasıtayla kaçarlarken yakalandıkları haberleri verilmiştir. Henüz Yüksek Soruşturma Kurulu tahkikatı devam etmekteyken basında, yolsuzluklar ve suiistimaller iddia boyutundan arındırılarak unsurları tamamlanmış birer suç hüviyetine çabucak büründürülmüştür. Bu doğrultuda, gazete manşetlerine çekilen şu haberlerin hatırlatılması gerekmektedir:

Şehitleri tespit için komisyon kuruldu. Üniversitelileri öldürdükten sonra meçhul yerlere gömen polisler sorguya çekiliyor. Dikilecek abidenin istismar edilmemesi istendi. (Tercüman Gazetesi 31 Mayıs 1960)

Partizan valiler birer birer tevkif ediliyor. Ethem Yetkiner’in bankada 1 buçuk milyon lirası olduğu tespit edildi; Sarol otomobil kaçakçılığı ile meşgulmüş. (Tercüman Gazetesi 2 Haziran 1960)

(Emniyet Genel Müdürü Kemal) Aygün, belediye tahvillerini kırdırıp kendi hesabına toplamış. Bekçi aidatlarının da yenildiği anlaşılıyor. (Akşam Gazetesi, 12 Temmuz 1960)

(Başbakan Adnan) Menderes 10 yılda 480 bin lira maaş ve tazminat almış. Sabık Başbakanın 1954 ve 1957 seçimlerinde yaptığı propaganda gezileri için de yolluk aldığı tespit edildi. (Milliyet Gazetesi, 13 Temmuz 1960)

(Cumhurbaşkanı Celal) Bayar kahve ithali işinde de ortakmış. (Akşam Gazetesi, 27 Eylül 1960)

Sabık Cumhurbaşkanı 1500 Harbiyelinin imhasında hiç mahzur olmadığını söylemiş. (Milliyet Gazetesi, 9 Haziran 1960.

Bunlarla birlikte gazeteler Menderes dönemini diktatörlük ve zorbalık olarak tanımlamış ve sonradan doğrulanamayan birçok iddiayı haber yapmış, köşe yazılarında da bu haberler kullanılmıştır. Bu haberler doğru olmadığı gibi, haberlerde çoğu zaman insaf sınırları zorlanmıştır.

27 Mayıs olmasaydı Hükümetin ordu mensupları, aydınlar ve üniversite gençliğine karşı silah kullanacağı, depolarda çok sayıda silah bulunduğu, Harp Okulunun imha edileceği, Ardahan’ın Ruslara teklif edildiği gibi haberler yayınlanmıştır.

Ayrıca yüzlerce öğrencinin öldürüldüğü, cesetlerin ortadan kaybedildiği, bir kısmının Et ve Balık Kurumunun makinelerinde öğütülerek hayvan yemine dönüştürüldüğü, bir kısmının ise bilinmeyen yerlere gömüldüğü şeklinde haberler verilmiştir. Örneğin buzhane ve çukurlarda bulunan cesetler 30 Mayıs 1960 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Ankara’da dolaşan şayialar”a atfen haber yapılmıştır. Bazen de aynı haber iki farklı gazetede iki değişik kaynağa atfen verilmiştir. Gazeteler kamuoyunu bilgilendirmekten çok, çoğu zaman yanlış bilgi bombardımanı ile yönlendirme gayreti içerisinde olmuştur. İpekçi ve Coşar’a göre Milli Birlik Komitesi ve Bakanlar Kurulu ihbarlar konusunda gafil avlanmış ve büyük bir çoğunluğu hiçbir müspet delile dayanmayan ihbarlar gerçek kabul edilip derhal kamuoyuna duyurulmasında fayda görülmüştür.

Darbe sonrası haberlerdeki en ilginç noktalardan biri de Menderes ve dönemini kötülemek için zaman zaman dini içerikli haberler yapılmış olmasıdır. Örneğin Menderes’in otel dairesindeki aramada ayakkabıları altında bir Kuran-ı Kerim bulunduğu gündeme getirilmiştir. Benzer şekilde Mısır’da yayınlanan bir gazetenin darbenin ardından Menderes hükümetinin dini kullanıp iktidara geldiği ancak sonradan dini unuttuğu şeklindeki yorumlarına yer verilmiştir. Hürriyet gazetesinde 30 Mayıs tarihinde Asım Can imzasıyla çıkan ve İstanbul’daki gösteriler sırasında ölen Turan Emeksiz’in cenazesini yıkayan hocanın “mukaddes bir varlığa” dokunduğu şeklindeki ifadeleri ayrı bir uç örnek oluşturmuştur.

İlginç bir şekilde dış basında çıkan haberlerin tamamını 27 Mayıs darbesine destek veren haberler oluşturmuştur. Ancak çoğu defa referanslar konusunda gerekli hassasiyet gösterilmemiştir. Örneğin 29 Mayıs tarihli Tercüman gazetesinde Los Angeles’taki bir gazetenin muhabiri olduğu iddia edilen Waldo Drake’e atfen Amerika ve Avrupa’da Türkiye’den dünyanın en medeni ülkesi diye bahsedildiği şeklindeki haberde Drake’in hangi gazetenin muhabiri olduğu, görüşlerinin hangi tarihte ve hangi gazetede çıktığına dair bir bilgi yer almamıştır. O dönemde yabancı basında ya darbeyi eleştiren hiçbir haber ve yorum çıkmamış, ya da bunlar gazeteler tarafından sansür edilmiştir.

Haberler gibi köşe yazılarında da 27 Mayıs 1960 darbesi açıkça desteklenmiştir. Bu bağlamda Tercüman gazetesinde ilginç bir gelişme olmuş ve daha önce genelde Pazar günleri ikinci sayfada çeşitli konularda yazıları çıkan Haldun Taner, darbenin ardından gazetenin başyazılarını yazmaya başlamıştır. Yazılarında Menderes hükümetini “hürriyet düşmanları” olarak tanımlayıp kıyasıya eleştiren Taner’e göre darbeden çıkartmamız gereken asıl ders kurtuluşun partilerde değil, partiler dışındaki milli kuvvetlerde olduğudur. Taner demokrasinin koruyucusu olarak tanımladığı bu manevi kuvvetlerin politikacıları kapsamadığını, gençlik, üniversite ve ordudan oluştuğunu belirtmiştir. Aynı gazeteden Kadircan Kaflı da 27 Mayıs’ı kalemle başlayıp kılıçla sonuçlanan bir hürriyet savaşı olarak tanımlamıştır. Köşe yazarları darbecilere akıl vermeyi ihmal etmemiş, özellikle DP’li politikacılara yumuşak davranılmaması konusunda onları uyarmıştır. Darbenin ardından gazetelerde 27 Mayıs’a muhalif hiçbir haber veya yorum yapılmamıştır. Darbenin basın üzerindeki etkisi sonraki yıllarda da devam etmiştir.

Böyle bir ortamda yapılan 27 Mayıs 1960 hareketi ordunun bir darbesinden çok, DP iktidarının siyasi darbesine karşı yapılmış bir “karşı-darbe” niteliğindedir. Türkiye’de sosyo-ekonomik koşulların bir ara düzeldiği bir dönemden sonra, bir takım siyasi gerilimler yaşanmış ve nihayetinde Türkiye’de yaklaşık her on senede bir yapılacak darbeler dönemi başlamıştır. Bu şekilde Cumhuriyetin başından beri, en bunalımlı dönemlerde dahi korunmaya çalışılan sivil yönetim kuralı, çok ağır bir yara almıştır. O günden sonra Türkiye’de askeri yönetim, daima akılda tutulması gereken bir olasılık olarak ortaya çıkmış, ülke yönetiminde derin bir bunalım belirdiği her sefer, artık gözlerin orduya çevrilmesi bir alışkanlık haline gelmiştir. Gerçi, Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke yönetimini sürekli olarak üstlenme eğilimlerini kendi içinde bastırmayı başarmıştır ama bu tutum, ancak olağan dönemlerle sınırlı kalmıştır. Olağanüstü dönemlerde ise, kendini artık açıkça rejimin bekçisi sayan ordu, gerekli gördüğü her vesilede sivil yönetime karışmaktan geri kalmamıştır. 27 Mayıs 1960’tan sonra, bu müdahalelerin en önemlileri, 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980’de gerçekleşmiştir. Bunların dışında, sonuca ulaşmayan birtakım askeri girişimler de olmuştur. Ayrıca olağan dönemlerde bile “ordu etkeni”, siyasal yaşamın değişmez verisi haline gelmiştir.[2]

[1]    Prof. Dr. Erol GÖKA, “Batıya Rağmen Demokrasi”, 28/05/2015, Yeni Şafak.

[2]    Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi işlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları İle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, C. 1, D. 24, YY. 3, Ankara, TBMM Yayınları, S.S. 376, Kasım 2012, s. 263-267.

%d blogcu bunu beğendi: