• On 25 Nisan 2015

27/04/2007 Askeri Müdahalesi I

Türkiye 2007 yılına Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları gölgesinde girmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresinin bitmek üzere olması nedeniyle yeni bir Cumhurbaşkanı seçilme zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Ne var ki 03/11/2002 tarihli MGS sonucunda tek başına iktidara gelen AK PARTİ, anılan seçimlerde oyların %34,28’ini alarak üye tam sayısı 550 olan TBMM’de 363 sandalye elde etmiştir[1]. AK PARTİ’nin bu büyük başarısı özellikle Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkmış ve cumhuriyetin ilanıyla birlikte genç Türkiye Cumhuriyeti’ne sirayet etmiş aydınlanmacı-ilerlemeci-darbeci-vesayetçi oligarşide ve onun yardımcılığına ve sözcülüğüne soyunmuş bir kesimde büyük panik yaratmıştı. 28/02/1997 tarihli Askeri Müdahale ile kökünü kazıdıklarını zannettikleri ve kendi menfaatlerinin tersi yönünde konumlanmış bir kesimin tekrar önlerinde (üstelik bu kez daha ezici bir çoğunlukla) dimdik ayakta durmakta olması anılan kesimlerde büyük bir psikolojik yıkım ve travma meydana getirmiş olmalı.

Bu durum 03/11/2002 tarihli MGS ile 2007 yılındaki Cumhurbaşkanı seçimi süreci arasındaki gelişmelere bakılarak kolaylıkla anlaşılabilir. Kimi asker ve sivil bürokratların beyanatları, dönemin siyasi parti yöneticilerinin beyanatları, kimi suikast ve bombalamalar, bu saldırı ve suikastlarla birlikte kimi olaylar 27 Nisan Askeri Müdahalesi’ne giden süreci hızlandırmıştır.

“Bu dönemde ülke gündeminde oldukça önemli yer edinen ve kamuoyunu sarsmaya yönelik saldırı ve suikastlar gerçekleştirilmiştir. Bunlardan ilki Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun 18 Aralık 2002 günü Çankaya’da evinin önünde vurularak öldürülmesidir. Failleri henüz bulunamamış olan söz konusu suikastın ardında kimlerin olduğuna ilişkin pek çok iddia ortaya atılmıştır.

15 Kasım 2003 Cumartesi günü İstanbul’da bulunan Şişli Beth İsrael ve Beyoğlu Neve Şalom Sinagoglarına “El Kaide” terör örgütü tarafından gerçekleştirilen bombalama eyleminde iki eylemci dahil 26 kişi hayatını kaybetmiş, 303 kişi ise yaralanmıştır. Bu saldırılardan 5 gün sonra, 20 Kasım 2003 Perşembe günü ise HSBC Bank Genel Müdürlük binası ve İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosluğu önünde meydana gelen bombalı saldırılarda aralarında İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Roger Short’un da bulunduğu 28 kişi hayatını kaybetmiş, 450 kişi ise yaralanmıştır. Her iki saldırıya da El-Kaide’ye bağlı Şehit Ebu Hafız el-Mısri Tugayı üstlenmiştir.

Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde 9 Kasım 2005 tarihinde daha önce PKK terör örgütüne üye olmak suçundan ceza almış olan Seferi Yılmaz adlı bir kişiye ait Umut Kitabevi’ne düzenlenen el bombalı saldırıda iki kişi hayatını kaybetmiş, çok sayıda kişi de yaralanmıştır. Saldırının ardından Jandarma istihbarat astsubayları Özcan İldeniz ve Ali Kaya, ile itirafçı Veysel Ateş, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “adam öldürmek ve adam öldürmeye teşebbüs etmek”, “suç işlemek için anlaşmak” suçlarından tutuklanmışlardır.

Trabzon Santa Maria Kilisesi Rahibi Andrea Santoro 5 Şubat 2006 tarihinde 16 yaşındaki lise öğrencisi Oğuzhan Akdin’in kamuoyunda hayalet silah olarak bilinen Glock marka bir tabanca ile gerçekleştirdiği silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Misyonerlik faaliyetlerine karşı gerçekleştirildiği iddia edilen olayın tek faili olan Oğuzhan Akdin 18 yıl 10 ay 20 gün hapis cezasına çarptırılmıştır.

Danıştay 2. Dairesine 17 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul Barosu’na kayıtlı avukat Alparslan Arslan tarafından yine Glock marka tabanca ile gerçekleştirilen silahlı saldırıda Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetmiş, dört Danıştay üyesi ise yaralanmıştır. Saldırgan ilk ifadesinde olayı Danıştay İkinci Dairesinin türban kararı nedeniyle gerçekleştirdiğini belirterek “Aldıkları karar Allah’ın adaletine sığmıyor. Cezalandırmak istedim” demiştir. Ancak daha sonra Alpaslan Arslan’ın saldırı ile ilgili olarak birlikte hareket ettiği kişilerin, Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba atan kişiler olduğunun ortaya çıkması ile saldırı farklı bir nitelik kazanmıştır.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde Agos Gazetesi binasının çıkışında Trabzon’un Pelitli Beldesinden gelen Ogün Samast adlı saldırgan tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmiştir. Hrant Dink cinayeti davasında, saldırgan Ogün samast, azmettirici Yasin Hayal, yardımcı istihbarat elemanı Erhan Tuncel ile birlikte 19 kişi yargılanmıştır. Yargılama neticesinde sanıklardan Ogün Samast 21 yıl 6 ay hapis cezasına, Yasin Hayal ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış, Erhan Tuncel ise “Hrant Dink’i tasarlayarak öldürmek” suçundan beraat etmiştir. Davada mahkeme bütün sanıkların, “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan ise beraatlarına karar vermiştir.

Malatya’da 18 Nisan 2007 tarihinde Hristiyanlıkla ilgili kitap ve broşür basan Zirve Yayınevi beş kişi tarafından basılmış ve söz konusu yayınevinde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek öldürülmüştür. Saldırganlar ilk beyanlarında öldürdükleri kişilerin Malatya ilinde misyonerlik faaliyetleri içerisinde olduklarını, Müslümanlığı kötülediklerini ve bu yüzden öldürdüklerini beyan etmişlerdir.

25 Nisan 2007 günü Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) merkez binası önüne gelen bir şahıs YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ile görüşmek istediğini belirtmiş ve güvenlik görevlilerinin kendisine mani olmaları üzerine havaya üç el ateş ederek olay yerinden kaçmıştır. Olayı gerçekleştirdiği tespit edilen Nurullah İlgün ve olayın azmettiricisi olarak Bülent Askeroğlu ile birlikte toplam altı kişi yakalanmış ve yakalanan Nurullah İlgün’ün üzerinden Kuvayı Milliye Derneği’ne ait bir kartın bulunduğu tespit edilmiştir.

Cumhuriyet Gazetesi çizeri olan Turhan Selçuk’un 16 Nisan 2006’da başına türban bağlamış domuz şekli çizmesi kamuoyunda büyük tartışmalara ve tepkiye yol açmış ve bu olay sonrasında 5-10-11 Mayıs 2006 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesi’ne üç defa el bombası atılmıştır. Söz konusu karikatüre yönelik tepkilere Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı İlhan Selçuk 23 Mayıs 2006 tarihli yazısında “Turhan’ın karikatüründe türban takmış domuzun resmedilmesine mürteci hemen tepki gösterdi, çünkü karikatürde kendini görüyor” karşılığını vermesi de mevcut gerginliği daha da artırmıştır. Cumhuriyet Gazetesinin bombalanmıştır. Bu olay sonrası dava açılmıştır.[2]

Ülke gündeminin bu denli gergin olduğu bir ortamda 2007 yılına gelinmiş; 2007 yılının ilk aylarından itibaren şiddet dozunu artırarak devam eden Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları kimi yüksek bürokrat ve devlet adamlarının söylemleriyle farklı bir boyut kazanmıştır. Bu söylemler için şu örnekler verilebilir:

“Genelkurmay Karargahı’nda, 12 Nisan 2007 tarihinde kuvvet komutanlarının da hazır bulunduğu bir basın bilgilendirme toplantısında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt şu beyanatta bulunmuştur: “…seçilecek cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle TSK’yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum. Tabiî ki yasal mevzuatı, anayasayı, hukuku, cumhurbaşkanı nasıl seçiliyor, bunların hepsini biliyoruz. Hem vatandaş hem TSK’nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz.” Hemen ertesi gün yani 13 Nisan 2007 tarihinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Harp Akademileri Konferansında yaptığı konuşmada: “Türkiye’de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Laik Cumhuriyet’in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler, bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir. Dış güçler, Türkiye’nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin “laik Cumhuriyet”ten, “demokratik Cumhuriyet” adı altında, “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. Ilımlı İslam, Devlet’in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam’ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da, Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle, “irticai” bir modeldir. Türkiye bölge için, ancak laik, demokratik hukuk devleti niteliği ile örnek oluşturabilir; bu yöndeki deneyimlerini paylaşmaya hazırdır.” ifadeleriyle tarihteki yerini almıştır.

Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları devam ederken 24 Nisan 2007 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Toplantısında cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül açıklanmıştır. 27 Nisan 2007 Cuma günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci oylamada 361 milletvekili oy kullanmış, seçime tek aday olarak katılan Abdullah GÜL 357 oy almış, 3 oy geçersiz, 1 oy ise boş çıkmıştır. Cumhurbaşkanı seçimi için yapılan oylamada Anayasa’nın 102. maddesinde öngörülen üçte iki çoğunluğun sağlanamaması üzerine Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci oylamasının 2 Mayıs 2007 Çarşamba günü yapılmasına karar verilmiştir.[3]

Bu arada ilk tur seçimin yapılmasının hemen artından aynı tarihte CHP tarafından Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunulmuştur. Başvuruda cumhurbaşkanı seçimine ilişkin ilk oylamanın Anayasa’nın 96. ve 102. maddelerine aykırılığı iddia edilerek anılan TBMM kararının iptali ve iptal kararı yürürlüğe girinceye kadar bu uygulama ile oluşan içtüzük hükmünün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi istenmiştir. Aynı günün gecesi tarihe 27 Nisan E-bildirisi olarak geçecek bildiri Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanmıştır.

[1]    Bilindiği gibi, 03/11/2002 MGS sonrasında kurulan hükûmet PHS’ye göre kurulmuş ve faaliyetlerin yerine getirmiştir. 1982 Anayasası döneminin PHS uygulamasında tek başına hükûmet kurmak için 276 milletvekili; zorunlu referandumlu olarak Anayasayı değiştirmek için 331 milletvekilinin olumlu yönde oy kullanması zorunluluğu düşünüldüğünde 363 sandalye sayısının ölçüde yüksek bir sayı olduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Diğer taraftan Any. md. 175/4’e göre, Anayasanın zorunlu refedandumlu olarak değiştirilebilmesi için gerekli oy sayısı 330’dur. Ancak Meclis Başkanı’nın ve oturumu yöneten Başkanvekilinin TBMM İçt. md. 64/3 ve 4 gereği oy kullanamamasından ve Meclis Başkanlığı görevinin AK PARTİ üyesi bir milletvekili tarafından yerine getirilecek olması nedenleriyle Anayasanın zorunlu referandumlu olarak değiştirilebilmesi için gerekli milletvekili sayısı, 331’dir.

[2] Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi işlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları İle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, C. 2, D. 24, YY. 3, Ankara, TBMM Yayınları, S.S. 376, Kasım 2012, s. 1251 ve 1252.

[3] Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi işlevsiz Kılan Diğer Bütün Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları İle Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, C. 2, D. 24, YY. 3, Ankara, TBMM Yayınları, S.S. 376, Kasım 2012, s. 1253 ve 1254.

%d blogcu bunu beğendi: