• On 8 Kasım 2013

Demokrasi Azınlığın “Haklarını” Korur; “İsteklerini” Değil

Demokrasi, eski Yunanca’daki demos (halk) ve kretein (ya da kratos-yönetmek ya da hükmetmek) kelimelerinin bileşiminden oluşmaktadır. Ne var ki, demos kelimesinin halk anlamının yanında “yoksullar” anlamı da bulunmaktadır. Türkçe’de demosun bu anlamına karşılık gelebilecek bir kelime olarak “avam” düşünülebilir. Sözgelimi Birleşik Krallık’ın demokratikleşmesi “avam”ın (commons) temsilcisi olan Avam Kamarası’nın yetki bakımından Kral ve aristokratların temsilcisi olan Lordlar Kamarası’nın yerini almasıyla gerçekleşmiştir (Mustafa Erdoğan, Anayasal Demokrasi). O halde eski Yunan’da demokrasiden anlaşılan para, entelektüel birikim ve soyluluk bakımından “eksik” olan avamın ya da yoksul çoğunluğun yönetimidir.

Diğer taraftan anılan nedenle demokrasinin bir siyasi ideal olarak yeniden canlanması çağdaş bir olgu olmuştur. Eski yunan tecrübesi bir yana bırakılırsa, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına gelinceye kadar, demokrasinin günümüzdeki gibi bir çekiciliği bulunmuyordu. Kuşkusuz bunun en önemli nedeni, demokrasinin esas öznesi olan halk kavramının yakın zamanlara gelinceye dek şimdiki olumlu anlamı taşımıyor olmasıydı. On dokuzuncu yüzyıla gelinceye kadar devletin dinamik güçlerinin zihin dünyasında halk, sıradan, alt tabaka insanların oluşturduğu yığın, kuru kalabalık ya da avam olarak duruyor ve genellikle de tehlikeli görülüyordu (Mustafa Erdoğan, Demokrasi, Anayasa Yargısı ve Türkiye Örneği).

Tarihte ilk kez, ünlü tarihçi ve bilim adamı Heredot tarafından kullanıldığı kabul edilen demokrasi, Platon (Eflatun, M.Ö. 427-M.Ö. 347) ve Aristo (Aristoteles, MÖ 384-MÖ 322) düşüncesinde iyi bir yere sahip değildir. Gerçekten de, Platon demokrasinin, “en az iyi olan siyasi düzen” olduğunu, düzenin demokrasinin bir sapması olan “okhlokrasi”ye (ya da oklokrasiye, kitlenin egemenliğine) kolayca dönüşebileceğini, bu durumda da yönetimin en kötü siyasi düzen olan tiranlığa ya da zorbalığa evrilebileceğini düşünmekteydi (İoanna Kuçuradi, Yirmibirinci Yüzyılın Eşiğinde Demokrasi Kavramı ve Unsurları). Aristoteles için demokrasi, en iyi siyasi düzen saydığı “politeia”nın bir sapmasıdır. Düşünüre göre, demokrasi yoksulların çıkarlarını, yani yurttaşların yalnızca bir kısmını korur; diğer sapkın kamu düzeni biçimleri gibi o da, ortak yararı korumaz. Aristoteles’in bu düşüncesi demokrasinin halk anlamının yanında “yoksul kitle” anlamına da gelmesinden kaynaklanmaktadır.

Ne var ki, bir yönetim biçimi olarak kökeni M.Ö. 5. yüzyıla kadar dayanan demokrasi, geçtiğimiz iki bin beş yüz yıllık zaman diliminde, “doğrudan demokrasi, yarı doğrudan demokrasi, temsili demokrasi, çoğunlukçu demokrasi, çoğulcu demokrasi, marksist demokrasi, liberal demokrasi, siber demokrasi, militan demokrasi, delegasyoncu demokrasi, westminister modeli demokrasi, müzakereci demokrasi, katılımcı demokrasi gibi birçok türünün ve farklı açılardan birçok sınıflandırılmasının ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu farklılıklar bir zenginlik olarak görülebilirse de aynı zamanda büyük bir karmaşaya da sebep olmaktadır.” (Bülent Yavuz, Çoğulcu Demokrasi Anlayışı ve İnsan Hakları)

Ancak bir yönetimin demokratik olarak nitelendirilebilmesi için gerekli şartlar konusunda genel bir uzlaşıdan söz edilebilir. Bu bağlamda demokratik olduğu iddiasında olan bir yapının, sahip olması gereken şartlar sınırlandırıcı olmamakla birlikte şöyle sıralanabilir:

  • Öncelikle belirli kişi ya da grubun değil ve fakat halk egemenliğine dayalı bir yönetim,
  • Halkın iradesini tam ve doğru yansıtan düzenli aralıklarla yapılan özgür ve adil seçimler,
  • Bu nitelikleri haiz seçimlerle temsilcilerin belirlenmesi,
  • Bu temsilcilerin de halkın iradesine büyük ölçüde uygun hareket etmesi,
  • Halkın siyasi ve sosyal hayata aktif katılımı,
  • Herkes için (yabancı-vatandaş ayrımı olmaksızın) insan haklarının sağlanması ve
  • Özellikle yönetenler açısından hukukun üstünlüğünün göz önünde bulundurulmasıdır.

Ancak demokrasi, salt çoğunluğun yönetimi anlamına gelmemekte ve fakat çoğulculuğu ifade etmektedir. Özellikle Anayasal demokrasilerde, oyunun kuralları gereği yönetenler, çoğunluk tarafından belirlenmesine karşın, bu yönetim azınlığın hakları ile sınırlıdır. Kuşkusuz başlıkta da kullanılan “azınlık”tan ifade edilen, görüş ve düşünceleri bakımından azınlıkta kalanlardır. Demokrasilerde, devlet iktidarının kaynağı doğrudan halktır ve hukuk devleti ilkesi iktidarın kaynağından bağımsız olarak çoğunluğun iradesini ve tercihlerini en başta sınırlandırmayı gerekli kılar. Ancak bu sınırlandırma çoğunluğun ya da onun seçtiği siyasi iktidarın istekleri değil, haklarıdır. Yani hiçbir çoğunluk hiçbir şekilde azınlıkta kalanların ifade özgürlüğünü askıya alamaz, mülkiyet hakkını kaldıramaz ya da haberleşme özgürlüğünü kullanılamaz hale getiremez. Bunu hiçbir çoğunluk yapamaz. Ancak çoğunluk hangi ekonomik modelin uygulanacağına veya hangi eğitim sisteminin takip edileceğine karar verebilir. Çünkü demokrasi yalın anlamı ile “çoğunluğun yönetimi” demektir ve demokrasilerde çoğunluğun isteklerinin azınlıkta kalanlarınkine tercihe şayan olması esastır. Akıl ve mantık kuralları da bunu gerektirmektedir. Dolayısıyla demokrasi, azınlıkta kalanların İSTEKLERİNİ koruyan bir rejim değil, onların da (ya da herkesin) HAKLARINI koruyan bir rejimi ifade eder.

%d blogcu bunu beğendi: