• On 30 Nisan 2015

Doğrudan Seçmen Tarafından Seçilen Cumhurbaşkanının Demokratik Meşruiyeti II

Bu yazı 15/09/2014 tarihinde yayınlanan “Doğrudan Seçmen Tarafından Seçilen Cumhurbaşkanının Demokratik Meşruiyeti I” başlıklı yazının devamı olarak kaleme alınmıştır. Ancak bu yazının daha kolay anlamlandırılabilmesi için anılan yazının okunmasının yanında yakın zamanda yayınlanmış olan, “27 Nisan Askeri Müdahalesi I, “27 Nisan Askeri Müdahalesi II ve “27 Nisan Askeri Müdahalesi III: Müdahale Sonrası Gelişmeler” adlı yazıların okunması yararlı olacaktır.

“Doğrudan Seçmen Tarafından Seçilen Cumhurbaşkanının Demokratik Meşruiyeti I” başlıklı yazıda Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı makamının konumlandırılış biçiminden; yukarıda anılan üç yazıda da Türkiye’nin darbe sürecinden geçtiği bir dönemde siyasi olaylar üzerinde durulmuş ve 2007 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri (Cumhurbaşkanı seçimini yeniden düzenleyen Anayasa değişikliği) ve erken genel seçim kararlarına kadar gelinmişti. Kaldığımız yerden devam edelim.

10/05/2007 tarihinde TBMM’de kabul edilen 5660 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile Cumhurbaşkanının doğrudan seçmen tarafından seçilmesi, görev süresinin beş yıl olması belirlenmiş ve bir kişinin iki defa Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önü açılmıştır. Anılan Anayasa değişikliğinden önce Cumhurbaşkanı TBMM tarafından, yedi yıllık bir süre için seçilmekteydi. Ayrıca bir kişinin iki kez Cumhurbaşkanı seçilmesi de mümkün değildi[1].

Genel seçimlerin de süresi beş yıldan dört yıla indirilmiş, tartışma yaratan TBMM toplantı yeter sayısı da karara bağlanarak anılan yeter sayı TBMM’nin yapacağı seçimler de dâhil olmak üzere üye tamsayısının en az üçte biri olarak belirlenmiştir[2].

TBMM, 03/05/2007 tarihinde seçimlerin yenilenmesine karar vermiştir. Aynı kararda 23. Dönem MGS’nin 22/07/2007 tarihinde gerçekleştirilmesi kararlaştırılmıştır. Ne var ki, tıpkı seçimlerin yenilenmesi kararının alınmasında olduğu gibi 22/07/2007 tarihli MGS’ye de 27 Nisan Bildirisi damgasını vurmuştur. Anılan seçim yaz ayında gerçekleştirilmiş olmasına rağmen seçmenlerin ilgisi beklenenin üstünde olmuştur. Nitekim 23. Dönem MGS’ye katılım oranı %84,25’tir. 03/11/2002 tarihli 22. Dönem MGS’ye katılım oranı %79,14’tü. Seçimden AK PARTİ oylarını artırarak birinci parti olarak çıkmıştır. Seçim sonuçlarına göre AK PARTİ aldığı %46,58 oy oranıyla birinci parti olmuştur. Anılan oran 22. Dönem MGS’de %34,28’di, DSP ile birlikte seçime giren  CHP %20,88 oy oranı ile ikinci parti olmuştur. Bu oran 22. Dönem MGS’de %19,39’du. MHP ise %14,27 oy oranıyla üçüncü parti olarak tekrar TBMM’de temsil edilmeye hak kazanmıştır. Bu oran 22. Dönem MGS’de %8,36’da kalmıştı. Seçime desteklediği bağımsız adaylarla giren Demokratik Toplum Partisi de TBMM’de temsil edilmeye hak kazanmış ve TBMM’de grup kurmuştur. DYP ile ANAP’ın birleşmesiyle kurulan Demokrat Parti (DP), 23. Dönem MGS’de %5,42 oy oranında kalarak %10’luk seçim barajını geçememiştir. Dolayısıyla da anılan parti TBMM’de temsil edilme olanağı bulamamıştır.

Erken genel seçimin hemen sonrasında Cumhurbaşkanlığı seçimi hazırlıkları başlamış ve 28/08/2007 tarihinde gerçekleştirilen üçüncü tur oylamada Abdullah Gül, 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Dolayısıyla cumhuriyet tarihimizde TBMM tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ken, TBMM tarafından seçilen son Cumhurbaşkanı 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmuştur.

Görüldüğü üzere 27 Nisan Askeri Müdahalesi’nin anlatıldığı önceki üç yazı incelendiğinde, Cumhurbaşkanının TBMM tarafından seçilmesi yerine genel oyla doğrudan halk tarafından seçilmesine ilişkin Anayasa değişikliklerinde 27 Nisan Bildirisi itici güç olmuştur. Dönemin şartları gereği anılan Anayasa değişiklikleri gerçekleştirilmeden önce bu değişikliklerin başta hükûmet sistemi üzerindeki olası etkileri olmak üzere diğer Anayasal kurum ve organlara etkileri tartışılamamıştır. Dönemin gergin havasında ve askeri müdrahelenin gölgesinde ülkenin siyaseten istikrara kavuşması ve düzlüğe çıkması için yapılmış ya da yapılmak zorunda kalınmış bir Anayasa değişikliği söz konusudur. Kuşkusuz anılan gerginlik ve kriz havasının müsebbipleri demokrasiye müdahaleyi meşru gören bir gelenekten gelen kimi bürokratik elitler ve bunların sözcülüğü görevini yerine getiren kimi siyasetçilerdir. 10/05/2007 tarihli ve 5660 sayılı kanunla yapılan Anayasa değişiklikleri, oldukça demokratik şartlarda ve bir demokrasi mücadelesinin sonucunda geniş seçmen kitlesinin de büyük desteği alınarak yapılabilmiştir.

Diğer taraftan yapılan anayasa değişiklikleri ile Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi esasının getirilmiş olması, Cumhurbaşkanlığı seçiminde demokratik zinciri kısaltmış olduğundan daha demokratik bir düzenlemedir. Önceki sistemde halkın seçtiği temsilciler (Milletvekilleri) tarafından seçilen Cumhurbaşkanı, yeni sistemde doğrudan halk tarafından seçilmektedir. Demokrasi ölçütlerine göre bu ikinci usulün birinciye üstünlüğü tartışmasızdır.

Ayrıca özellikle 27/05/1960 askeri müdahalesinden sonraki süreçte İstanbul merkezli tekelci sermaye, Ankara merkezli yargı ve asker bürokrasisi ve Doğu-Güney Doğu merkezli yarı feodal unsurlardan oluşan vesayetçi oligarşi hemen bütün Cumhurbaşkanlığı seçimlerine değişen ölçülerde müdahale etmiştir. Çünkü son tahlilde 550 milletvekilinden oluşan (bu sayı daha önceki dönemlerde 400 ve 450’ydi) TBMM’yi etki altına almak ve milletvekillerini değişik şekillerde etkilemek-belirli yönde oy kullanmaya zorlamak, 25/30 milyon seçmeni etkilemeye nazaran çok daha kolaydır[3].

Dolayısıyla 2007 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri anılan yöndeki olası müdahale imkânın tamamen ortadan kaldırmasa da, müdahaleyi oldukça zorlaştırmıştır. Artık Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ortaya çıkmış ve cumhuriyetin ilanıyla birlikte genç Türkiye Cumhuriyeti’ne sirayet etmiş aydınlanmacı-otoriter ilerlemeci-darbeci-vesayetçi oligarşi ve uzantısı oldukları dış bağlantıları daha karmaşık yöntemler kullanmak zorundadırlar. Anılan güruhun işlerinin zorlaştırılmış olması bile Anayasa değişikliği ile kabul edilen yeni Cumhurbaşkanlığı seçim usulünün desteklenmesi için yeterlidir. Böylelikle seçmen nazarında siyasi bir karşılığı olmayan, yüksek bürokrasiden gelen ve yukarıda anılan unsurların sözcülüğü görevini yerine getirmeye hevesli kimselerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olması oldukça zorlaşmıştır. Bunun yerine seçmen kitlesini ikna edebilecek ve onun onayını alma zorunluluğu olan adayların Cumhurbaşkanı olması esası getirilmiştir. Dolayısıyla da doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanının, TBMM tarafından seçilen Cumhurbaşkanına göre demokratik meşruiyeti daha fazladır. Ayrıca bu nitelikteki bir Cumhurbaşkanının PHS’deki Devlet Başkanlarına biçilen rol çerçevesinde  sahip olması gereken “sembolik yetkiler” yerine, BHS ve YBHS’deki  Devlet Başkanınlarına tanınan yetkilere benzer yetkiler konusunda “talepkâr” olması da doğaldır…

[1]    5660 Sayılı Kanun’un kabulünden önce Cumhurbaşkanının seçimini düzenleyen Anayasa md. 102 şöyleydi: Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantı halinde değilse hemen toplantıya çağrılır. Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından otuz gün önce veya Cumhurbaşkanlığı makamının boşalmasından on gün sonra Cumhurbaşkanlığı seçimine başlanır ve seçime başlama tarihinden itibaren otuz gün içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin ilk on günü içinde adayların Meclis Başkanlık Divanına bildirilmesi ve kalan yirmi gün içinde de seçimin tamamlanması gerekir. En az üçer gün ara ile yapılacak oylamaların ilk ikisinde üye tamsayısının üçte iki çoğunluk oyu sağlanamazsa üçüncü oylamaya geçilir, üçüncü oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğunu sağlayan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Bu oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamada en çok oyu almış bulunan iki aday arasında dördüncü oylama yapılır, Bu oylamada da üye tam sayısının salt çoğunluğu ile cumhurbaşkanı seçilemediği takdirde derhal Türkiye büyük millet meclisi seçimleri yenilenir.

[2]    Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, söz konusu kanunu bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri göndermiş ve 31/05/2007 tarihinde kanun bu kez 5678 sayısıyla aynen kabul edilmiştir. Kanun Cumhurbaşkanı tarafından 16/06/2007 tarih ve 26554 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak halkoylamasına sunulmuştur. 16/10/2007 tarihli ve 5697 sayılı Kanunla değişik 31/5/2007 tarihli ve 5678 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun, 21/10/2007 tarihinde yapılan halkoylaması sonucu kabul edilmiş olup buna ilişkin YSK Kararı 31/10/2007 tarihli ve 26686 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yapılan halkoylamasına kayıtlı olan 42.690.252 seçmenden 28.819.319 seçmen katılmış, geçerli oyların 28.167.651 olduğu, bunlardan 19.422.714’ünün “Evet”, 8.744.947’sinin “Hayır” oyu olduğu belirlenmiştir. Halkoylamasına katılım oranı %67,51, geçerli oylar üzerinden “Evet” oyları %68,95, “Hayır” oyları ise %31,05’tir.

[3]    YSK, 03/04/2015 tarihi itibariyle yurt içinde 53.765.231, yurt dışında 2.867.658 seçmen olmak üzere toplam 56.632.889 seçmen olduğunu açıklamıştır.

%d blogcu bunu beğendi: