• On 1 Aralık 2014

Türkiye’de Demokrasiye Yapılmış Müdahaleler ve Savcı Sacit Kayasu’nun Ardından…

Türkiye’de cumhuriyetin ilan edildiği tarih olan 29/10/1923 tarihinden günümüze kadarki geçen zaman diliminde “demokrasi ve onun kurumsallaşması” sürecinin, aslında “demokrasiye yapılmış müdahaleler tarihi” olarak adlandırılabileceği rahatlıkla görülebilir. Esasında 1925 ile 1950 yılları arasındaki “tek parti iktidarı” döneminde, ülkemizde demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Anılan dönem totaliterliğe varan baskıcı uygulamalarla tarihteki yerini almıştır. Kuşkusuz 1925 ile 1950 yılları arasında da ülkemizde günümüzde olduğu gibi yasama işlevini yerine getiren bir meclis (TBMM), yürütme işlevini yerine getiren Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu ve yargı organları bulunmaktaydı. Belirli aralıklarla seçimlerin yapıldığı anayasalı bir düzen mevcuttu. Ancak açık oy, gizli sayım, bastırılmış muhalefet, hukuksuz soruşturmalar, yargının yasama-yürütme ikilisine bağlılığı ya da yargının bağımlı oluşu vs. olgular ve uygulamalar söz konusu dönemin anti demokratik tereddüte yer bırakmamaktadır. Özellikle 14/05/1950 seçimlerine kadarki süreçte ülkemizde demokrasinin varlığından söz edilemeyeceğinden, bu dönemde Devlet mekanizmasındaki işleyişe müdahaleye de ihtiyaç duyulmamıştır..

14/05/1950 tarihli MGS, ülkemizde yapılan ilk demokratik seçimler olarak nitelendirilmektedir. Bu seçimlerde Demokrat Parti TBMM’deki 487 sandalyeden 415’ini elde ederken, Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili sayısı 69’da kalmıştır. Daha çok uluslararası gelişmelerin etkisiyle otoriter uygulamaların sınırlı da olsa gevşetilmek zorunda kalınmasının hemen sonrasında yapılan 14/05/1950 tarihli MGS’nin sonuçları, aynı zamanda yaklaşık 25 yıllık zaman dilimindeki otoriter uygulamalara bir tepki olması açısından da oldukça önemlidir. Diğer bir okuma ile Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinden pek fazla değişikliğe uğramadan genç cumhuriyete sirayet etmiş “Merkez” 1950 seçimleri ile “Çevre” karşısında ağır bir yenilgiye uğramıştı[1].

Ne var ki, “Çevre”nin bu galibiyeti pek fazla uzun sürmemiş, yaklaşık 10 yıl sonraki 27/05/1960 tarihli Askeri Müdahale ülke siyasetinde tekrar “Merkez”in etkili konuma gelmesini sağlamıştır. Müdahalenin hemen ertesinde başlanan “demokrasi tiyatrosu” 12/03/1971 muhtırasıyla kesintiye uğramış, anılan müdahalenin etkisinde yapılan 1971-1973 Anayasa değişiklikleri ile görece demokratik nitelikteki 1961 Anayasası’ndaki temel hak ve özgürlüklerle ilgili güvenceler ve demokratik kazanımlar da aşınmıştır.

Diğer taraftan 12 Mart muhtırasının üzerenden 10 yıl bile geçmemişken 12/09/1980 tarihli Askeri Müdahale ile ülkemizde sınırlı demokrasi tekrar bir kesintiye uğramıştır. Anılan müdahaleyi 28/02/1997 ve 27/04/2007 Askeri Müdahaleleri izlemiştir. 2013 yılındaki kimi girişim ve ayaklanma denemelerinden sonra 15/07/2016 tarihinde dış destekli çok ciddi bir askeri kalkışmayla karşı karşıya kalan Türkiye, bu askeri müdahale teşebbüsünü etkisiz hale getirmeyi başarmıştır. Ne var ki 15/07/2016 tarihli Askeri Müdahale, can kayıplarının yanında önemli ekonomik olumsuzluklara da neden olmuştur.

Görüldüğü üzere ülkemizin kısa tarihinin aslında “demokrasiye yapılan müdahaleler tarihi” olarak adlandırılması daha isabetlidir. Ülkemizde demokrasinin kurumsallaşamamış olması ve demokrasinin kurumsallaşmasının en önemli göstergelerinden birisi olan güçlü bir siyasi muhalefetin bulunmayışını yukarıda sıralanan demokrasiye yapılan müdahalelerle açıklamak doğru bir yaklaşım olacaktır. Özellikle 12/09/1980 tarihli olanı ile daha önceki Askeri Müdahelelerin hesabının sorulmamış ya da sorulamamış olması bir taraftan demokrasi açığını beslerken diğer taraftan da bir sonraki müdahaleye zemin hazırlamıştır. Bu kısır döngü 10 yıllarca devam etmiştir. İşte demokrasiye yapılan müdahalelerden 12/09/1980 tarihli Askeri Müdahaleyi gerçekleştirenlere karşı mesleki kariyeri pahasına dava açmaya cesaret eden Savcı Sacit Kayasu 28/11/2014 tarihinde hayatını kaybetti.

Emekli Savcı Sacit Kayasu’yu Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalı Yüksek Lisans Programı’nda öğrenciyken tanıma fırsatı bulmuştum. İlk karşılaşmamızda şaşkınlıkla “siz şu Kenan Evren hakkında dava açıp daha sonra da Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından meslekten ihraç edilen savcı değil misiniz” soruma evet anlamında, o nükteli tebessümüyle başını sallayarak karşılık vermişti. Kendisiyle çay eşliğinde bir sohbet yapma fırsatı bulmuştum. Başından geçenleri kısaca anlatmış ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) yaptığı başvurunun yakın bir zamanda sonuçlanmasını beklediğini söylemişti. Ülkemizdeki yargı düzeninden sonuç alamayıp uluslararası bir mahkemeden adalet beklemek zorunda kalmasından da yakınmıştı. Gerçekten de bu görüşmemizden kısa bir zaman sonra 13/11/2008 tarihinde, İHAM Savcı Sacit Kayasu’nun başvurusunda haklı olduğuna karar vererek Türkiye’yi 41 bin avro tazminata mahkûm etmişti. Üstelik karar da oybirliği ile alınmıştı.

Savcı Sacit Kayasu’nun İHAM’a başvurmasına neden olan olaylar zinciri 28/03/2000 tarihinde12/09/1980 Askeri Müdahalesini gerçekleştirenler hakkında iddianame hazırlaması ile başlamıştı. HSYK, Kayasu’nun evine davet ettiği gazetecilere açıklama yaptığı ve iddianame suretini dağıttığı gerekçesiyle 29/03/2000 tarihinde yargılanmasına izin verirken ayrıca Kayasu’ya 30/03/2000 tarihinde jet hızıyla kınama cezası verdi. Kayasu hakkında “görevi kötüye kullanmak” ve “askeri kuvvetleri tahkir ve tezyif” suçlarını işlemekten verilen hapis cezaları kesinleştikten sonra Kayasu, HSYK kararıyla da 27/02/2003’te meslekten ihraç edilmişti. Zaten kendisi 20/04/2000’de savcılık görevinden uzaklaştırılmıştı. Kayasu, İHAM’ın 13/11/2008 tarihli kararına dayanarak HSYK’ya göreve iade başvurusunda bulunmuştur. Başvuruyu değerlendiren HSYK, 26/04/2011′de ihracın kaldırılmasına karar verdi. Ne var ki Kayasu’nun, emekli olması sebebiyle mesleğe iade talebi HSYK tarafından reddedildimiştir.

Diğer taraftan 12 Eylül Davası’nın ilk derece mahkemesinde sonuçlanması, Savcı Sacit Kayasu’nun ölümünden 5 ay önce mümkün olmuştur. Gerçektende Askeri Müdahalenin önemli oyunculardan olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın, Mülga 765 sayılı TCK’nın “Devlet kuvvetleri aleyhine cürümler” başlıklı 146. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin karar verildiğinde takvimler 18/06/2014 tarihini gösteriyordu. Anılan kararda Evren ve Şahinkaya’nın 21/12/1979’da dönemin Başbakanı’na verdikleri muhtırayla Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu işledikleri; 12/09/1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men suçunu işledikleri gerekçesiyle eylemlerine uyan Mülga 765 sayılı TCK’nın 146/1. maddesi gereğince “ağırlaştırılmış müebbet” hapis cezasına çarptırıldığı yazıyordu.

Hakkında açılan disiplin ve ceza soruşturmaları ve bu soruşturmalar sonucunda verilen mahkûmiyet ve ihraç kararları, iç hukuk yollarından herhangi bir sonuç alamayarak İHAM’a başvurmak zorunda kalması vs. bütün bu süreçler Savcı Sacit Kayasu’yu oldukça yıpratmıştı. Vefatından birkaç yıl önceki görüşmemizde kendisi bunu açıkça ifade etmiş ve kanser hastalığına yakalanmasında bu hukuki süreçler içerisinde yaşadığı sıkıntıların etkisi olduğunu söylemişti. Ayrıca akademi camiasının bu süreçte kendisini yalnız bıraktığından da yakınmıştı. Doğrusu bu yakınmasına cevap verememiş, “çok haklısınız” demekle yetinmiştim. En son birkaç ay önceki görüşmemizde beni bürosuna yemek yemek ve çay içmek için davet etmişti. Ne yazık ki biz bunları gerçekleştiremeden Kayasu, 28/11/2014 tarihinde son yıllarda mücadele ettiği kanser hastalığına yenik düşerek bu dünyayı terk etti. Kendisi çok nazik, hassas ve espirili bir kişiliğe sahipti. Çektiği onca sıkıntılara rağmen yüzünden tebessüm hiç eksik değildi. Bir hukukçu olarak bilgi ve tecrübesi bir yana entelektüel yönüyle zevkle sohbet edilebilen bir kişiydi. Kendisine Allah’tan rahmet, sevenlerine ve yakınların başsağlığı diliyorum…

[1]    Osmanlı Devleti’nden 27/05/1960 askeri darbesine kadarki dönemdeki “Merkez-Çevre” ilişkileri için bkz.: Ferhat Uslu, “Türkiye’de Anayasa Yargısının Kabul Edilişine İlişkin İki Teori”, Sakarya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Y. 1, S. 2, Temmuz, 2014, ss. 49-92

%d blogcu bunu beğendi: