• On 2 Ekim 2014

Zorunlu Din Dersleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sorunu

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) 16/09/2014 tarihinde verdiği bir kararla zorunlu din dersleriyle İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne (İHAS) Ek. 1 Numaralı Protokol’ün 2. maddesinde düzenlenen eğitim hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle Türkiye’yi mahkûm etmiştir. Anılan karar 14 Türkiye vatandaşı tarafından 2011 yılında yaptıkları başvuru üzerine verilmiştir[1].

Oy birliğiyle alınan kararda İHAM, devletin dini konularla ilgili düzenlemelerde yansız ve tarafsız olma yükümlülüğünde olduğunu hatırlatarak, Türkiye’de din ve ahlak kültürü kitaplarının içeriğinde yapılan son değişikliklerin yetersizliğine vurgu yaptı. İHAM’a göre kullanılmakta olan din ve ahlak kültürü kitaplarında Türkiye’de çoğunluğun ait olduğu Sünni İslam’a daha fazla yer ayrılmasının beyin yıkamak anlamına gelmemektedir. Ancak mahkemeye göre, Alevi inancının özellikleri dikkate alındığında, velilerin çocuklarında okul ile kendilerine özgü değerler arasında bir bağlılık çatışması yaratabileceğini düşünmekte haksız değildirler. Ayrıca Türk eğitim sisteminin sadece Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerine mensup öğrencilere zorunlu din derslerinden muaf tutulma hakkı tanındığına işaret edilerek bu durumun çocukları okulda gördükleri eğitim ile ailelerinin dini veya felsefi inançları arasında çatışmaya neden olabileceğine vurgu yapıldı. Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun öğrencilere din derslerine girmeme ya da bu dersler yerine başka derslere girme hakkının tanındığını hatırlatan İHAM’a göre, Türk eğitim sistemi velilerin inançlarına saygı konusunda hâlâ Avrupa standartlarını yakalayamamıştır.

Başvurucular tarafından herhangi bir maddi veya manevi tazminat talebinde bulunulmadığından bu konuda karar vermeyen mahkeme, Türk hükûmetinden zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini istedi.

Karar İHAM’ın 2. Dairesi tarafından alınmış olup, Türkiye karara itiraz etmiştir. Ancak İHAM Büyük Daire Türkiye’nin itirazını reddetmiş ve böylece karar da kesinleşmiştir[2]. Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri gereği son kararı uygulamaması durumunda çeşitli yaptırımlarla karşı karşıya kalabilir.

Bilindiği gibi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi İHAM kararlarının yerine getirilip getirilmediğini denetlemekle görevlidir. Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi’nin en yüksek karar organı olup, Komite, Avrupa Konseyi’ne üye olan devletlerin Dışişleri Bakanlarından oluşmaktadır. Bakanlar Komitesi İHAM kararlarını uygulamayan devletler hakkında İHAS md. 46/2’ye dayanarak kabul ettiği 16 numaralı kurala göre “ara karar” verebilir. Bu ara kararlar, sürecin işleyişine ilişkin durum tespitinde bulunmak ya da ilgili İHAM kararının uygulanmasıyla ilgili endişelerin dile getirilmesi şeklinde olabilir. Ayrıca Bakanlar Komitesi’nin Avrupa Konseyi Statüsü md. 8’e dayanarak İHAM kararlarını uygulamamakta ısrar eden devletlerin üyeliklerinin askıya alınması ya da üyelikten çıkarılması yönünde karar verme yetkisi varsa da, anılan yetki şimdiye kadar kullanılmamıştır.

Diğer taraftan karara konu olan zorunlu din dersleri meselesi ya da devletin din eğitimi konusundaki müdahaleci tutumu yeni olmayıp cumhuriyetin ilk yıllarına kadar gitmektedir. Türkiye bir taraftan 1928 yılında “Türkiye Devletinin dini, Dinî İslâmdır…” hükmünü Anayasadan çıkarıp, 1937 yılında da laiklik ilkesine Anayasada yer verilmesiyle ilgili Anayasa değişikliği yaparken,  laik bir düzen kurma görüntüsü verirken diğer taraftan da cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren başta din eğitimi olmak üzere dinin bütün kurumlarını sıkı bir denetim altına almaya başlamıştır. Anayasa da hem “laiklik ilkesi”ne yer verilmesi hem de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) genel idare içerisinde yer alması, anılan ilkeden bir sapma olarak değerlendirilebilir.

Devlet uzun yıllar bir taraftan dinsel özgürlüklerin artırılmasıyla ilgili talepleri laiklik ilkesini gerekçe göstererek reddederken ya da baskılarken, diğer taraftan dini sıkı bir denetim altında tutmaya çalışmıştır. Kuşkusuz her iki yöndeki tutum, laiklik ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Diğre taraftan ülkemizde dini özgürlüklerle ilgili olark son dönemlerde gözle görülür bir takım iyileşmeler olmakla birlikte, bunlar yeterli değildir. Öncelikle farklı dinlere ve mezheplere mensup olan bireylere, çocuklarına buna uygun dini eğitim verme hakkı tanınmalıdır. Kuşkusuz bireylerin herhangi bir dine mensup olmama hakkı bulunmaktadır. Bu yönde tercihte bulunan bireyler çocuklarına herhangi bir dini eğitim verilmemesini isteyebilir. Ya da herhangi bir dine mensup olup da çocuğuna dini eğitim verilmemesini isteme hakkı da bulunmaktadır. Bundan dolayı devlet herkese sadece belirli bir dinin eğitimini vermekten kaçınırken diğer taraftan da din eğitimi konusunda kolaylaştırıcı bir tutum sergilemeli. Din eğitimi üzerinde gevşek bir denetim devam ettirilmekle birlikte bireylere dini eğitim alıp-almama ya da istediği dinin eğitimini alma konusunda tercihte bulunma hakkı verilmelidir. Bu durum hem laiklik ilkesinin gereği hem de insan haklarının bir gereğidir.

Ayrıca devlet, bireylerin ulusüstü yargı organlarından adalet dilenmesini önleyici mekanizmalara işlerlik kazandırmalıdır. 2010 yılı Anayasa değişikliği ile getirilen AYM’ye bireysel başvuru olumlu olmakla birlikte 1982 Anayasası’nın özgürlükleri baskılayan düzenlemeleri hala yerlerinde durmaktadır. Yeni anayasa çalışmaları bağlamında bu konunun üzerinde önemle durulmalıdır. Türkiye belki de tarihinde hiç olmadığı kadar demokratik bir yapıya kavuşturulmuştur. Tabi ki kimi temel sorunlar hala bulunmaktadır ve kat edecek çok yol vardır. Ancak demokrasi ve insan hakları açısından eskiye göre gözle görülür bir iyileşmenin olduğu da açıktır.

Diğer taraftan, diğer uluslararası kuruluşların devletler üzerinde belirli siyasalar dayatması gibi İHAM da devletler için belirli siyasaları dayatmak için araç olarak kullanılmaktadır. İç hukukun İHAS standartlarının üzerinde düzenlenmesi hem insan haklarının sağlanması ve korunmasında işlevsel olur hem de ulusüstü yargı organlarının devletin iç işlerine ve düzenine müdahalesi sınırlandırılmış olur. Zaten insan haklarının azami ölçüde sağlanmış olması durumunda Türkiye’nin ne İHAM’a ne de İHAS’a ihtiyacı kalacaktır. Böylelikle Türkiye’nin “İHAM SORUNU”da ortadan kalkacaktır…

[1]    İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Mansur Yalçın and Others v. Turkey, B.N. 21163/11, K.T. 16/09/2014, (Çevrimiçi) http://hudoc.echr.coe.i nt/sites/eng-press/pages/search.aspx?i=003-4868983-5948734, 13/11/2019.

[2]    İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Mansur Yalçın and Others v. Turkey, B.N. 21163/11, K.T. 17/02/2015, (Çevrimiçi) http://hudoc.echr.coe .int/eng-press?i=003-5016676-6159979, 13/11 2019.

%d blogcu bunu beğendi: